Geçmişten günümüze "Sarayönü"-60

Geçmişten günümüze "Sarayönü"-60
LADİKLİ AHMET AĞA İLE İLGİLİ KÜLTÜREL HAYATTA SON YILLARDA GÖRÜLEN ALGISAL DÖNÜŞÜM VE ÇEŞİTLENMEMilletleri kuşatan, onların yaşam biçimlerinde üstlendikleri rollerle zenginleşen adet, gelenek ve görenekler, zaman içerisinde...

LADİKLİ AHMET AĞA İLE İLGİLİ KÜLTÜREL HAYATTA SON YILLARDA GÖRÜLEN ALGISAL DÖNÜŞÜM VE ÇEŞİTLENME

Milletleri kuşatan, onların yaşam biçimlerinde üstlendikleri rollerle zenginleşen adet, gelenek ve görenekler, zaman içerisinde çeşitlilik kazanarak zenginleşir ve geleceğe taşınırlar. Burada insan hayatını bütünüyle kuşatan, yani kültürel, ekonomik, dini vb. hususlarla örülmüş ve zenginleşmiş uygulamalar zamanla farklı görünse de aslında görünen, zamanın bünyesine kattığı zenginliklerdir. Anadolu’da anma, hatırlama, yad etme, vefa gösterme, ruhunu şad etme, hafızalarda yaşamasına katkıda bulunma, unutulmasını önleme, vb. sebeplerle icra edilen insana yönelik bazı törenler geçmişten günümüze düzenlenerek varlığını korumuştur. Toplum hayatına renk katan, aslında Türk eğlence kültürü içerisinde ele alınan bu törenler, ritüelden gerçeğe ve günümüze uzanan çizgide dini ve kutsal yönünü hiçbir zaman kaybetmemiştir. Burada, daha çok yaşamış ‘büyüğü’ anma ön planda tutulurken, onun aziz hatırasına saygı duyma görünen yüzüyle kendini hissettiren tarafıdır. Geçmişten

günümüze Türk kültüründe büyüğe, ataya saygı her zaman var ola gelmiştir. Bugün Türkiye’de hayatın tüm alanlarında öne çıkmış üstatlar, yaşamış ya da yaşayan insan hazineleri çeşitli biçimlerde anma toplantıları, sempozyumlar, geceler, dini sohbetler, vb. biçimlerle anılmaktadır. Türk eğlence kültürüne zenginlik katan bu uygulamalar, gelecek kuşaklar açısından geçmişi tanıma, anılan büyüğe saygı duyma ve örnek alma bakımından son derece önemlidir. Bu bağlamda, Nebi Özdemir Cumhuriyet Dönemi Türk Eğlence Kültürü adlı eserinde Resmî Günler ve Bayramlarla ilgili Eğlenceler başlığı altında resmi nitelik taşıyan ulusal bayramlar, yerel nitelikteki kurtuluş, şehitleri anma, fetih ve zafer günleri, Atatürk’ün gezileri/ziyaretleri/sıfatları ile ilgili kutlamalar ve bazı önemli şahsiyetler hakkındaki yerel anma günlerini dahil etmiştir.

Türk kültüründe ‘ata’ya gösterilen saygının temeline bakıldığında, atalar kültüyle karşılaşılacaktır. Ailenin, akrabaların, sülalenin, aşiretin, boy, vb. toplumsal birliğin saygı duyduğu büyüğü yaşarken önemlidir; ancak onun ölümüyle birlikte bu önem kaybolmamış, yerini ölümüyle birlikte farklı bir saygı biçimine terk etmiş ve o doğrultuda uygulama biçimleri ortaya çıkmıştır. Zamanla bu uygulamalar kült’e dönüşerek, ataya gösterilen saygı, kutsallık da katılarak ‘ata’ ve ‘kült’ kavramlarının anlam alanıyla birlikte atalar kültünü oluşturmuştur. “Hemen hemen bütün Kuzey ve Orta Asya kavimlerinde bulunduğu görülen ve ataerkil aile yapısının bir sonucu olarak yorumlanan atalar kültü, tarihi nisbeten iyi bilinen en eski Türk topluluklarından Hunlar zamanında tesbit edilmektedir. Hunlar’da yılda bir kere umûmî bir merâsim düzenlenerek ataların ruhlarına kurban kesiliyordu… Orhun kitâbelerinde, bilhassa Bilge Kağan kitâbesinin sonunda atalar kültünü ihsas eden satırların bulunması, bunun Göktürkler’de de varlığını gösteriyor. X. yüzyılda Orta Asya’daki çeşitli Türk zümreleri arasında dolaşan Ebû Dülef, Kimekler’de bu kültün olduğunu açıklayan ifadeler kullanır. O, sadece öldükten sonra değil, ölmeden önce de ihtiyarların tâzim edildiğini yazıyor. Aslında ölmüş atalara duyulan dinî saygı, onların hâtıralarının ve eşyâlarının bile takdisine yol açmış, bu yüzden Türkler ölülerini her türlü eşyâsıyla birlikte gömmüşlerdir.”

Bu açıdan bugün toplum yaşamına göz atıldığında atalar kültünün izleri çok rahat görülebilir. Örneğin, sözlü kültür ürünlerinin başında atasözleri gelir ki, adlandırılması bile büyükleri, ataları vurgular niteliktedir. Bugün kullanılan öyle atasözleri vardır ki ataya gösterilen saygıyı açık bir şekilde ifade eder. Onların, sözlerinin önemini ifade eden; “Ataların sözü Kuran’a girmez amma yanınca yürür” veya “Atalar sözünü tutmayanı yabana atarlar” sözleri atanın sözüne gösterilen önemi açıkça ortaya

koymaktadır. Yine, “Ata dostu oğla mirastır”, “Atanın sanatı oğla mirastır” “Atasını tanımayan Allah’ını tanımaz ve “Baba himmet, oğul hizmet” gibi sözler atanın kıymetini geçmişten geleceğe, yeni nesillere taşıyan önemli ipuçlarıdır.

Edebiyatımızın en önemli eserlerinden biri hiç şüphesiz Dede Korkut hikâyeleridir. Orada karşımıza çıkan Dede Korkut, bir diğer ifadeyle Korkut Ata da Oğuzların yol göstericisi ve danışılan büyüğüdür. Yine hikâyelerin girişinde bulunan atasözlerinden; Ata adını yorıtmayan hoyrad oğul, ata bilinden eninçe inmese yig, ana rahmine düşinçe toğmasa yig, ata adın yorıdanda devletlü oğul yig., gibi sözler atanın önemini geçmişten günümüze ortaya koyması bakımından önemlidir. Bugün devletimizin kurucu Mustafa Kemal’e Atatürk soyadının verilmesi, Ataya, şehit ve gaziler adına saygı duruşlarının yapılması, vb. örnekler geçmişten getirilen ata kavramı etrafında değerlendirilmelidir. Ayrıca bugün büyüklerin elinin öpülmesi, bayramlarda büyüklerin ziyaret edilmesi, mezar ziyaretleri, bir vefatın ardından, mevlit okutulması, 7, 40, 52. gece, ilk bayram gibi anmaların yapılması bize bir kere daha gösteriyor ki büyüğe, ataya saygı zamanla kaybolacak değerlerden uzak durmaktadır. Buradan hareketle, Lâdikli Ahmet Ağa olarak bilinen Ahmet Elma etrafında bugün oluşan uygulamalar bildiride konu olarak ele alınacaktır. Ahmet Elma “1304 (1888) Konya vilayetinin Sarayönü kazasına bağlı, Lâdik (Halıcı) kasabasında dünyaya gelir. Babasının adı Mehmet, annesinin adı Emine’dir.

Yusuflar sülâlesindendir. Üç erkek bir kız olmak üzere dört kardeştirler. Yıllarca çobanlık yaptığından dolayı muhitinde Çoban Ahmet olarak tanınmıştır. Sonradan Elma soyadını almıştır. Manevi bir yolla kendisine Hüdâî adı verilmiştir… Hatice Hanım’la evlenmiştir. İkisi erkek dördü kız olmak üzere altı

çocuğu vardır. ”

Ümmî olan Lâdikli Ahmet Ağa 26 sene askerlik yapmış bir İstiklâl Savaşı gazisidir. Vatanın kurtuluşundan sonra bir gazi olarak memleketi Lâdik’e dönmüş ve vefatına kadar burada örnek bir şahsiyet olarak yaşamıştır. Hayvancılık ve tarımla geçimini sağlamıştır. Hayattayken Hüdâî mahlasıyla söylediği şiirlere bugün hakkında torunu Ahmet Elma’nın hazırladığı kitapta yer verilmiştir. Ahmet Ağa halk arasında kerametlerinin anlatılmasıyla ün kazanmıştır. Bugün Ahmet Ağa ile ilgili olarak halk muhayyilesinde bilinenlerde, kerametlerinin dilden dile aktarılarak gelmesinin önemli bir yeri vardır. Tarafımızdan daha önce Ahmet Ağa’nın tayyi mekan ve tayyi zamanla ilgili kerametleri ele alınmıştı.

Lâdikli Ahmet Ağa’ya ağa sıfatının verilme sebeplerine göz atmamız gerekecektir. Zira Türk anlatmalarında karşımıza çıkan Hızır, pir, derviş, ihtiyar motifi kendisini aksakal olarak gösterirken, İslami renklerle bütünleşen Ahmet Ağa’nın hoca, hacı gibi unvanlarla anılmamasının temel nedeni belirli bir tasavvufi ekol içerisinden gelmemesinden, kendisinin okuma yazma bilmemesinden, maddi durumu iyi olmasının yanında bugün ilk akıllara gelen anlamı itibariyle zenginliğe sahip manasından ziyade, yörede ağa lakabının kullanılmasındandır. Derlemelerim sırasında kaynak şahsım Halime Kaya, Ahmet Ağa’nın babasının çok yakın arkadaşı olduğunu ve daha çok babasının odasında oturduğundan bahsederken, Şıh Ahmet Dede isimlendirmesini kullanması döneminde özellikle genç kuşaklar tarafından o isimle anıldığını göstermektedir.

Yukarıdaki bilgilerden hareketle Ahmet Ağa’ya göz atılacak olursa onun ölümünden sonra da oğluna emanet olarak bıraktığı ve kendisinden sonra gelecek kişilere vermesi gereken birtakım eşyaları vardır. Ölümünden sonra bir sabah namazı vakti odasına iki kişi gelir. Oğlu Zekeriya’dan babasının bıraktığı emanetleri kendilerine vermesini isterler. Oğlu babasının da isteği olan emanetleri odasında bulunan sandıktan çıkararak teslim eder. Bu olay Ahmet Ağanın odasında 14 ağustos 2014’te görüştüğümüz torunu Ahmet Elma tarafından anlatılmıştır. Görüleceği üzere aslında atalar kültü bağlamında atanın bıraktığı eşyalar nasıl takdis ediliyorsa, âdeta bugün de Ahmet Ağa’nın odası, odasındaki sandık, hocası Hz. Hızır’la birlikte kazdıklarına inanılan kuyunun da bulunduğu Çalıbağ mevkii âdeta kutsal kabul edilip ziyaret yerleri arasına girmesi bugün ile geçmişin benzerliği olarak ilişkilendirilebilir.