Geçmişten günümüze "Sarayönü"-90

Geçmişten günümüze "Sarayönü"-90
BAŞHÜYÜK KÖYÜNÜN GÖÇ HİKAYESİBaşhüyük köyünün tarihi şüphesiz, Kafkasya’nın Karaçay bölgesinden gelen muhacirlerle bağlantılıdır. Özellikle 1905-1907 yıllarında gelen kısmı ile; yani (orada kalanların verdiği...

BAŞHÜYÜK KÖYÜNÜN GÖÇ HİKAYESİ

Başhüyük köyünün tarihi şüphesiz, Kafkasya’nın Karaçay bölgesinden gelen muhacirlerle bağlantılıdır. Özellikle 1905-1907 yıllarında gelen kısmı ile; yani (orada kalanların verdiği isimle) “İkinci İstanbulcular” ile..

Diğer Kafkas milletleri gibi Karaçaylılar için de, Osmanlı topraklarına göç, tarihlerinin en dramatik anlarından biri olmuştur. Çünkü o dönemde Dağlılar (Karaçaylılar) kadar topraklarına değer veren pek az millet vardı. Onların atayurtlarını bırakıp başka ülkeye göçmeleri için çok sağlam sebepler olması gerekirdi.

İkinci İstanbulcular’ın öyküsü 1902 yılında başlar. O yıl Kuban Vilayeti yöneticisine gönderdiği gizli bir raporda, Karaçaylıların bağlı oldukları Batalpaşinskiy İlçesi’nin Atamanı şunları yazıyordu: “..Bana verilen bilgiye göre, Teberdi köyünden Kipkeleni Ramazan ve Karabaşlanı Tuvğan ile yine bu köyde yaşayan Kart Curt köyünden Golalanı Haci Osman, etrafta dolaşıp halkı Türkiye’ye göçmek için tahrik ediyorlarmış. İşin asıl önderi olan birinci şahıs... Diğer ikisi de onun yardımcıları...

Propagandalarını çoğunlukla Teberdi ve Sıntı köylerinin halkına, ayrıca Cögetey ve Mara köylerinde toprağı olmayanlara yapıyorlar. Kipkeleni Ramazan bu işle 2-3 yıldan beri uğraşıyor. Daha önce de 2-3 bin ruble toplayıp Türkiye’ye götürmüştü; göç işlerini takib edecek kişiye vermek için... Daha sonra “O adam aniden öldü, paranız da kayboldu...” deyiverdi millete... Şimdi bunlar 340 aileyi inandırmışlar kendilerine. Her birinden onar ruble toplayıp Yekaterinodar şehrinde bir avukat tutmuşlar...”

Açıkçası o günlerde Rus İmparatorluğu Karaçaylıların gitmelerini pek de istemiyordu. Karaçay milletinin yaşadığı taşlık-kayalık, verimsiz topraklarda Rus Kazaklarının yerleşmek istemediği iyi biliniyordu. Bu yüzden Kuban Vilayeti yöneticisi öncelikle Karaçaylıların göç etmek istemesinin sebeplerinin araştırılmasını emretti. Bunun üzerine Batalpaşa İlçesi Atamanı köylerde gezip halkla konuştu ve neden Kafkasya’yı bırakıp Türkiye’ye göçtüklerini sordu. Görüşmelerden anlaşıldığına göre üç konu öne çıkıyordu.

Birinci ve en önemli sebep din ile ilgili ve ideolojikti: Karaçaylılar Çarlık Rusyası’nca dinlerinin, adetlerinin ve dillerinin yok edilmek istendiğini düşünüyorlar, bu korku ile artık Müslüman topraklarında yaşamak istiyorlardı. Göç isteğinin ikinci sebebi ise ekonomikti; arazi yetersizliği yüzünden geçim şartlarında oluşan belirgin zorluk.

Meselâ 1905 yılında en fazla göç Teberdi köyünden yapılmıştı: 117 ailede 752 erkek ve 771 kadın... 1906-1907 yıllarında da epey kişi gitmişti. Peki, bu kadar insan neden göçüyordu?

19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyıl başlarında Rus devleti, Teberdi köyünün yaylalarına el koydu ve hazine arazisine dönüştürdü; sonra da turistik sayfiye ve dinlenme merkezleri inşa etmeye başladı. Günümüzde turistik Dombay ve Teberda (Kurort) şehirlerinin yer aldığı bu arazileri kaybeden dağlıların önemli bir kısmı, tek geçim kaynakları olan hayvancılığı yapamaz hale düştüler.

Göçü zorlayan bir sebep daha vardı. Dağlılar, Rusya’ya dâhil olmalarından beri uygulanan esaslara göre, zorunlu askerliğe çağırılmazlardı (Komşu halklardan Osetler ise Rusya’daki diğer bazı halklar gibi askerlik hizmetine tabi idi). Ancak büyük savaş dönemlerinde, Çar’ın isteği üzerine, dağlı gençlerden gönüllü olarak oluşturulan bazı atlı birlikler Rus ordusuna gönderildi. Bu askerlerin savaşta gösterdiği yiğitlik Çarlık yöneticilerinin dikkatini çekti ve Dağlıları da imparatorluktaki diğer milletler gibi askere almaya başlamak için bir proje hazırlandı. İşte bu hazırlıkların duyulması, dağlı ana- babalarda büyük bir korku doğurmuştu.

1902 yılında 372 ailede 4.559 kişi göç için dilekçe vermiş, hazırlıklara başlamıştı.

Karaçay’ın en eski ve büyük köyleri Kart Curt, Hurzuk ve Uçkulan’dan oluşan Ullu Karaçay bölgesinden (ki bu köylerin her birinde ortalama 1.000 aile yaşıyordu) göçenlerin toplamı, Teberdi’den göçenlerin ancak yarısı kadardı. Bu durum da yine ekonomik sebeplere bağlıydı. Rus devleti Karaçay’a bir kısım arazilerini geri verdiğinde, Ullu Karaçay’daki (özellikle Kart Curt ve Hurzuk’taki) zengin arazi sahipleri, biy ve büyük özden tukumları, bunların çoğunu ele geçirmişlerdi. Böylece Teberdi, Sıntı, Cögetey gibi yeni kurulmuş köylerde arazi sıkıntısı iyice kendini göstermeye başlamıştı. Başka çare bulamayan topraksızlar da Osmanlı topraklarına yöneldiler.

Çarlık yönetimi, muhacirleri göndermemek için elinden geleni yaptı ve iki yıl boyunca çeşitli bahanelerle onları oyaladı. Ancak dağlıların kararlılığı karşısında, taleplerini kabul etmek zorunda kaldı ve sonunda göç izni verildi. Böylece 1904 yılı sonbaharında, aileler yol hazırlıklarına başlayabildiler.

Nihayet bir yıl sonra hazırlıklarını tamamlamış olan muhacirler Karaçay’dan ayrıldılar ve Novorossiysk (Sucuk Kale) limanında toplandılar. 1905 yılının 23 ve 24 Kasım günleri boyunca 300 ailede 3.497 kişi (1.754 erkek, 1.743 kadın) eşyalarıyla gemilere bindiler; 25 Kasım günü akşamı da limandan hareket ettiler.

İlk listede adı olan 72 aile, çeşitli sebeplerle yola çıkamamıştı. Bunların bir kısmı verdikleri dilekçede, birkaç ay içinde diğerlerinin ardından yola çıkmak istediklerini belirttiler. Bazı aileler ise bu süreç içinde göçten vazgeçtiler. Meselâ benim dedemin dedesi Batçalanı Şidak Haci’nin adı, 7 erkek ve 13 kadından oluşan ailesi ile birlikte 1902’de göçmek isteyenler listesinde mevcutken, 1905 ve 1906’da göçenler arasında ise yoktur.

1905 yılı sonunda giden göç kafilesine yetişemeyenler, 1906 yılı baharında yola çıkmak istiyorlardı ama resmi işler yine uzadı ve hareket etmeleri Eylül ayına kaldı7. Bu ikinci kafilede Sıntı’dan 7, Cögetey’den 3, Kart Curt’dan 2, Duvut’dan 1, Klıç köyünden de 2 olmak üzere, toplam 15 ailede 105 kişi (61 erkek, 44 kadın) bulunuyordu.

Göçmeye hazırlanmalarına rağmen çeşitli sebeplerle ikinci kafileye de yetişemeyen bazı aileler, 26 Eylül’de Batalpaşinski İlçesi Kazak Atamanı’na bir dilekçe verdiler. Dilekçeyi üç köyden 17 aile adına Kart Curt’lu Hubiyleni Soltan, Cazlık’lı Gacalanı Tengiz ve Duvut’lu Aliy Efendi imzalamıştı. Ataman dilekçeyi Yekaterinodar’a Kuban Vilâyeti’nin yöneticisi General Babiç’e sevk etti. O da bu dilekçeyi onayladı, yalnız aralarında aranan kişiler varsa, yutdışına bırakılmamalarını emretti. 4 Ekim’de Novorossiysk’deki Osmanlı Konsolosluğu da bu Karaçaylı grubun Türkiye’ye göçünü kabul ettiklerini bildirdi. General Babiç bu defa Tiflis’e, Kafkas Askeri Bölgesi Genel Kurmayı’na dağlıların geçişi için izin isteyen bir yazı yazdı. 10 Ekim’de Tiflis’ten gelen telgraf, bu 17 aileye göç için zaten daha önceden izin verilmiş olduğunu belirtiyordu.

Bunun üzerine Babiç, Batalpaşinsk İlçesi Atamanına şu emri gönderdi. Göçmek isteyenlerin hepsi, bir ay içinde hazırlıklarını tamamlayacaklar ve Ramazan ayının bitiminden sonra, 10 Kasım’da (Karaçay Bölgesi’nin Pristavı’nın karargâhının bulunduğu) Akkala’da toplanacaklardı. Ancak o gün 17 aileden

hiç biri Akkala’ya gelmedi. Karaçay bölgesinde Pristav (Rus askeri ve idari yöneticisi) görevini, kendisi de aslen Malkarlı bir biy (prens) olan Abaylanı Musos yürütüyordu. Pristav 12 Kasım’da amiri olan Batalpaşinsk İlçesi Atamanına gönderdiği raporda şunları yazıyordu: “...Bana kimse gelmedi. Duvut köyünün muhtarının söylediğine göre, o köyden sadece 3 aile göçmek istiyor. Ancak bunlardan birinin babası mahkemece tutuklanmış durumda. Diğer ikisinin ise -vergilerini ödemediklerinden- gitmelerine izin verilemez. Bunların dışındaki aileler göçmek istemediklerini söylemişler. Diğer köylerden de kimse gitmek istemiyor gibi görünüyor...”.

Sonuçta 1906’da bu son gruptan göçen olmadı, elimizdeki kayıtların dışında göçen olduysa da, 3-4 aileden fazla olamaz. 1907-1908 yıllarında da bazı Karaçaylılar Türkiye’ye göçmüş olabilir; ama sayıları pek fazla değildir. “İkinci İstanbulcular”ın göç öyküsü işte kısaca böyledir.

Muhacirler Türkiye’ye geldikten sonra bir kısmı trenle Konya’ya getirildi. Burada yöneticiler onlara “...kendinize bir yer seçin ve burada yerleşip kalın...” dediler. Belirlenen yeri beğenen Karaçaylılar da bunu kabul ettiler. Muhacirler için inşa ettirilen yeni evler hazır olana kadar aylarca Konya’daki hanlarda “Pâdişâhın Misafiri” olarak kaldılar13. Daha sonra da kendileri için kurulan köye “Ümrân-ı Hamîdiye” (Sultan Abdülhamîd’in Hediyesi) adını verdiler. Cumhuriyet Dönemi’nde köy “Başhüyük” adını aldı.

O zamandan beri varlığını sürdüren bu güzel köyden, geçen yüz on yıl içinde, pek çok değerli insan yetişmiştir. Günümüzde Başhüyük, Türkiye’deki Karaçaylı muhacirlerin en büyük köyüdür. Dağlılar yeni vatanlarında da saygın bir konum kazanmışlar ve iyi biçimde tanınmışlardır.