Züğürt Ağa

Sağlık, bereket ve esenlikle selamlar.

Hepimiz o muhteşem filmi seyretmişizdir: ”Züğürt Ağa”. Belki gülmek için, belki üretici olduğumuz belki de sadece bir Türk filmi olduğu için izlemişizdir ama o film  tamamen  yaşanan hayatın bir eleştirisidir. Bir gün ağa paşa olan beklemediği bir anda sokaklarda domates satan birine dönüşebilir.

Ama hayat, tarım, değerler ve zaman öyle değişti ki hiçbir şeyi öncede öngöremiyoruz. Şimdi için için diyorsunuzdur muhtemelen yaptık ettik uçtuk kaçtık da ne oldu. Hani umut, bereket şu bu. Sezon bitti ürünü kaldırdık ama borç kazançtan fazla. Bu gün biraz ondan bahsedelim isterseniz.

Yaşadığımız ekonomik şartlara ya da kabaca sisteme karşı dürüst olmak gerekirse tek başına bir üreticinin dayanması gittikçe zorlaşıyor.

Bu biraz bireysel üreticiyi aşan politikadan girip ekonomik modelleme tartışmalarına kadar giden bir süreci kapsar.

Bu genel ve siyaset ya da ekonomi boyutundaki tartışmalara sadece kişisel fikir ya da katılım sağlayabiliriz ama bir köylü, bir üretici olarak genel anlamda yapabileceğimiz en güzel adım biraz dayanışmadır.

Bu dayanışma sektörün ayakta kalması için firmalarla üretici diyaloğundan başlayıp kooperatifleşmeye kadar giden farklı çözümler içerir. Bu hayata bakışınıza bağlı.

Bunların cevabı ise o bölgenin ekonomik ve kültürel yapısıyla ilgilidir. Doğrusu budur ahan da bunu yapın demek, en doğruyu söyleseniz bile bölgenin bakış açısı buna hazır değilse asla tutmaz. Bunu zaman ispatlar. Zaman söyler.

Ben size bilgim ölçüsünde kendi hakimiyetimizde olan birkaç basit ip ucu verebilirim. Açıkcası tek amacım alışılmış ezberler dışında işleyen bir hayata dair pencereyi kendimce biraz açabilmek. Gerisi size kalmış. İsterseniz yeni bir perde açarsınız ister açmazsınız.

Size vereceğim örnek bu konuda kendini ispatlamış Gülten Kazgan hoca dan. İspatlamış diyorum çünkü ülkede var olan tarımla ilgili kafa patlatmış bir profesördür ve olan bitenler yani ispatlanmış örneklerden sonuçlar çıkarmıştır kitaplarında.

Eski ama ekonomiyle tarımı çok iyi birleştiren ilk kaynaklardan biri olarak okumak isterseniz. Prof. Dr Gülten Kazgan “Tarım Ekonomisi”  kitabı.

Bir sürü formül teknik terim vesaire vesaire. Anlamayın. Boş verin. Okuyun. Tekrar okuyun. İnanın bir süre sonra anlayacaksınız çünkü yaşıyorsunuz anlattıklarını.

O kitaptan en basit en anlaşılabilir örnek. Bir formül verilmiş kitapta. V=Toprağınızın değeri

İ=sezon sonu beklentinizin eşdeğeri bir piyasa nesnesi. Mesela faize para yatırma ya da tahvil vesaire almak. Yani diyelim %10 karlı bir kar beklentiniz var ya da bankadan faiz getirisi beklentiniz. Ve sizin gerçekleşen beklentinizi de R demiş kitap. Şöylede bir formül çıkmış ortaya:

V=R/İ yani toprağınızın kıymeti kazancınızla faiz oranlarına eşit çıkıyor.

Diyelim tarım yaparsanız  toprağınız yılda ortalama 6 bin lira kar bırakıyor ve banka faizi %10 olsun. O halde sizin tarlanız en az 60 bin lira etmeli. 60 bin liranın altında  her toprak satışı sizin belki geriye dönük kazançlarınızın kaç yılını yok ediyor düşünsenize. Ya da her yıl kullandığınız kredileri düşünün.

Kredi sadece banka faizi değildir. Bir şey alırken peşin fiyatı ya da taksit farkı da bunu etkiler. Faizler arttıkça toprağınızın değeri artmalı buradan bakınca, artıyor mu peki?

Toprağınızın değeri artmıyorsa bir gün satsanız kaç yılınızı gözden çıkarmanız gerekir. Tüm bunları bir şeyleri ima etmek için anlatmıyorum. Aklımızdan geçmeyen hesaplarla neler kaybediyoruz aslında bilseniz.

Aynı kitapta her şeyin temelinde üreticinin beklediğinden daha az  kara razı olmasının en temel nedenlerinden biri bilgisizlik olarak anlatılır. Yani neyi neden yaptığını bilmeden, alışkanlık, …. ne varsa buna dahil yani…

Şimdi birileri diyebilir ki üretici ne anlasın tarım ekonomisinden. Hem de orda burada diye yer adı verebilirler. Yani ne anlasın Sarayönü köylüsü gibi.

Peki nerden başlayalım. Kime gidelim. Herkes kel kör devam mı etsin her şeye. İnanın üreticinin bilinçlenmesi bayisinden firmasına tüm sektörü geliştirir. Tek taraflı değildir üreticinin ufkunun açılması.

Şöyle düşünün. Bir bayi kendi ömrü boyunca kazanacak işi yapsa yeter. Peki o bayi torununa da iş bıraksa. Bunun tek yolu üreticinin bilinçlenmesinden ve nesiller boyu o köyde, o kasaba da üreticilik yapmasından geçer. Yanlış örnek hiçbir zaman örnek değildir.

Bir önceki sohbetimizde kendimden bahsederken geçmiş anlamında kısada olsa Ege’den bahsetmiştim. Bölge de ki ürünler  zahmetli olsa da şu an sıkıntıları olsa da buğdaydan, pancardan daha çok para eden ürünler.

Böyle olunca piyasa sertleşmiş. Firmalar daha bilgili, daha bilgiye hakim elemanlarını sahaya sürmüşler. Ve zaman üreticiyi bilen sorgulayan çiftçiler haline getirmiş zamanla. Belki de bu bölgenin şanssızlığı burada. Birim başına o  kadar getirisi olmayan ürünlerle uğraşmak.

Ne dersiniz. Bölgenin şanssızlığını kırmaya. Biraz daha teknik tarıma yönelmeye. Örnek çiftçi olmaya. Biraz buzları kırıp komşularla bilgi başta olmak üzere bir şeyler paylaşmaya.

Gazetenin haber ve makale köşelerinde anlatılan Sarayönü sanayileşmesi kadar bunu tarımla da destekleyip birkaç adım daha ileri gitmeye.

Şu an çiftçiyken bırakıp şehirde bir çalışan olup, köylünün domatesi kaçtan satacağını beklemek arasında tercih yapmak yani.

Kimi bilir kimi bilmez ama Konya dışında sektörü bilenlerin  bir sözü vardır. ”Türkiyenin tahıl ambarı Konyadır ama Konyanın ki de Sarayönü’dür”. Benzer şekilde Üzüm Manisa Alaşehir, pamuk Aydın Sökedir. Anlayanlar anlamayanlara anlatsın diyelim kısaca…

Seçeceğimiz şey tamamen bize kalmış. Neyi neden nasıl yaptığımızı bilerek, eşle dostla bir şekilde paylaşarak daha iyiyi aramak belki de.

Selam ve esenlikle …

Önceki ve Sonraki Yazılar
Saim AÇIL Arşivi