Tarık Bin Ziyad (1)

Değerli okurlarım, şu anda okumakta olduğunuz satırlardaki efsane komutan Tarık Bin Ziyad’ın çocukluğundan Endülüs’ün fethine kadar olan olaylar gerçek olup, detaylar gerçek değildir.

Detaylar ve kısmen mekanlar, romanlaştırdığım hayali bir kurgudur.

Birkaç hafta devam edeceğim bu kurguyu ve anlatımı bir deneme olarak kabul etmenizi ve hoşgörülü olmanızı istirham etmekteyim.

Saygı ve sevgiyle…

***

Miladi Takvimlerdeki rakamlar 711 yılını gösterirken, Kuzey Afrika’nın İspanya’ya bakan kıyısındaki Sebde şehrinden yedi bin asker taşıyan dört gemi kuzeye, İspanya ülkesine doğru yola çıkar.

Aylardan Nisan ve denizde en küçük bir esinti yok. Üzerini ince bir sis tabakası ile kaplayan denizdeki gemilerin en önündeki Kadırgada, mizana direğinin altındaki esmer genç, kartal bakışlarını ufka çevirmiş ve derin düşünceler içerisinde… Anlaşılıyor ki gece gördüğü rüyanın etkisini üzerinden atamamış. Hem rüyanın etkisi, hem de kendisinin çocukluğunun geçtiği sıcak çöllerden esarete ve esaretten komutanlığa kadar getiren kaderin hükmünü düşünmekte.

Kuzey Afrika’nın içlerinde, alabildiğine sıcak bir kum denizinin ortasındaki Berberikabileninen dışında, gündüzün sıcağının aksine insanın içini ürperten çöl ayazında, eskimiş ve kurulu olduğu kumların rengine dönmüş çadırın içinde bir çocuk, dışarıdaki at kişnemeleri ve kılıç sesleri üzerine uyanır. Çadırda ne babası ne de annesi vardır. Korkusuna galip gelen bir merak ile çadırdan çıplak başını dışarı uzatır. Dolunay ışığında bin bir renge dönüşen meşhur Şam çeliği kılıçların inen her darbelerinde bir haykırışın, gecenin karanlığını yırttığını ve her kılıç darbesinde bir gövdenin yıkıldığını görür. Etrafta neler olduğunu anlamaya çalışan çocuk bir anda ensesinde bir el hisseder. Ensesinden kavrayan el, çocuğu, altındaki arap atının yumuşak, ince ve uzun yelesi üzerine sert bir şekilde kaldırır. Bir eliyle çocuğu diğer eliyle dizgileri tutar ve hızla çadırdan uzaklaşır. Küheylan, sanki sırtına yeni aldığı çocuğun kıymetinin farkındaymış gibi şahlanır. Altındaki bütün kasların kasıldığını hisseden çocuk, yepyeni bir hayata gittiğinin, bu gidişin dünyanın tarihini değiştirecek, dönüşü olmayan bir yol olduğunun farkında olmadan, ayazdan ve hızdan dolayı gözleri yaşarmış bir halde kuzeye gitmektedir. Çocuğun adı Tarıkdır. Dünya tarihinde asırlar boyu anılacak olan Tarık Bin Ziyad

……………………

Sebde şehrinin esir pazarı bugün fazlasıyla kalabalıktı. Her kabileden insanlar bir şeyler alıyor, bir şeyler satıyor ve ticaret alabildiğine sürüyordu. Esir pazarındaki İspanyol satıcının, elindeki birkaç esiri satabilmek için olağanüstü bir çaba sarfettiği her halinden belli olmaktadır. Bağırırken, suratı şekilden şekle girmekte, gözlerini belerterek en üst perdeden bağırmaya devam etmekteydi.

“Ey ahali elimdeki bu çocuk sadece 3 dinar, bu yaştaki çocuğun kaslarına bakın, kartal bakışlarına bakın. Sadece 3 Dinar. Ey ahali önce gelen alır…”

Ayakları prangalı çocuk, endişeli gözlerle etrafa bakınırken, kollarını ve omuzlarını mıncıklayan, dişlerine bakmak için ağzını açmaya çalışan, kuşaklarındaki dinar dolu keselerini şakırdatanlara nefretle bakmaktaydı. Pazardaki herkes, bir anda ortaya çıkan tellalın, nezle görmemiş gür sesini duyarlar :

“Ey ahali yolu açın ! Valimiz Musa bin Nusayr gelmektedir. On adım geriye gidiniz ! Valimiz Musa bin Nusayr saraya bir esir alacaktır. Herkes alışverişini bıraksın. Ey ahali yolu açın !”

Bu sözlerin üzerine, gözleri bir anlık şeytani bir ışıltıyla parlayan İspanyol esir satıcısı, eliyle kuşağındaki keselerini yokladı. İçinden üzüntüyle “Dinarlar geliyor, bu çocuğa keşke 3 dinar demeseydim.” diye geçirdi.

Vali, satıcının önüne geldi ve bakışlarını direk Tarık’a yöneltti. Zihni yıllarca öncesine, kendisi de bir esir olan babası Nusayr’a kaydı bir an. Babası Nusayr’ın Halid Bin Velid tarafından satın alındığı Aynüttemr şehrindeki esir pazarı da böyle miydi acaba ? diye düşündü.

Tarık endişeli kara gözleri ile bir an, valinin keskin ve hüzünlü gözlerinin içine baktı. Göz göze geldiler. Bir tanesi geçmişini, diğeri ise geleceğini düşündü o an. Tarihte bazı anlar vardır ki, etraftaki hiçbir sesi duymaz hiçbir şeyi göremezsiniz. Bu da her ikisi için o anlardan biriydi. Vali, İspanyol satıcının yüzüne bile bakmadan yanındaki muhtesip ‘e, “ Pazarlık yapma, İspanyol kafiri ne istiyorsa ver ve bu çocuğu satın al !” dedi. Bu sözleri duyan İspanyolu görenler, bir karış kadar havalandığını düşündüler. Tarık daha ne olup bittiğini bile anlamamışken, 150 dinara satın alınmış ve Vali ile birlikte Konağa doğru prangasız olarak yola düşmüştü bile.

Değerli okurlarım, haftaya görüşmek üzere…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kazım TORLAK Arşivi