Kelepçe

Demiri pas tutmuş, kilidi yalama olmuş, açılmıyor. İzi kemiğe işlemiş, bir türlü çıkmıyor.

Kelepçe… Kelepçeyi takan gitmiş, kelepçe takılan adam olduğu yerde duruyor. Elleri bağlı vaziyette, sessiz ve çaresiz…

İnsanı bütün takatinden koparan, onun bütün ümitlerini karartan şu kelepçe… Nedir bu kelepçe?

Sadece demir parçasından ibaret olsaydı, inanın ki kurtulmak, çok az zaman alırdı. Sadece metalden olmayan bu kelepçe, yalnız bilekleri bağlamıyor. Aslında bilekleri hiç bağlamıyor. Onun kilitlediği şey; akıl, fikir ve ruh.

İyi ama nedir bu kelepçe?

İnsanı bir işten alıkoyan alet. İnsan ileri doğru atıldığında ‘sen yerinde dur sesi… Bir adamın önüne çizilen bir sınır. Öyle ki bu sınırı geçmek o adam için yasaktır.

Eli kelepçeli adam, sadece kendisine çizilen yolu takip etmekte, sadece kendisine verilen yemeği yemekte, sadece kendisine bahşedilen ışıkta durmaktadır. Vah Zavallı adamın haline ki, bu durumda kendini hür sanmaktadır.

Dikkat edelim, bu zavallı adamın durumundan ibret alalım. Onun haline düşmeyelim Gerçi bize ‘ Sen üretemezsin, satın al dediler, öyle yaptık. ‘ Sen düşünemezsin, bizim kültürümüzü kopyala dediler, bizimkiler yine öyle yaptı. Ancak hürriyetin ne olduğunu en azından unutmadık. Çanakkale de hürriyet zevkini sonuna kadar tattık.

Kendi kültürü dururken başka milletlerin kültürüne özenenler tam hür sayılmazlar. Kendi milletini küçük görüp başkalarını aşırı büyütenlere özgür denmez.

İşte kelepçe bu. Zavallı adamı özünden koparan, onu hapseden, alıkoyan ve ona hür olduğunu zannettiren demir parçası…

Bu kelepçe ruha ve fikre takılmıştır. Bileklerde aramamalıdır. Kelepçenin izleri de kemiklerde değil, insan düşüncelerindedir.

İnsanın ilk görevi ruhunda kelepçe varsa söküp atmak olmalı. Bu da tarihine kültürüne ve inancına sahip çıkmakla olacak bir iştir. Aksi takdirde çırpınışlar boşuna olacaktır.

Selametle…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi