ÖZLENEN GÜNLER

Son yıllarda Ramazan ayı ile dini ve Milli Bayramlar yaklaşırken veya yaşanırken tanışık olanların “Ah o eski Ramazanlar nerde?”, “Ah o eski bayramlar nerde?”, “Ah o eski günler nerde” gibi çok geride kalan günleri ve yılları özlemle anlattıklarına şahit oluyoruz.

Hatta bu sohbetlerde insanların kendi tabirleri ile dikkat çektikleri değişim ve dönüşümleri özel cümlelerle paylaştıklarını da görüyor ve duyuyoruz.

Bunların başında da avluda bir birine eklemeli en fazla iki oda bir mabeynli kerpiç evde anne baba dahil üç ailenin yaşadığı ballandıra, ballandıra anlatılıyor.

Çocukluk yılları, gençlik yılları, askerlik anıları, evlilik yaşantıları neredeyse günlük tutulan notlar gibi örnekleriyle hiç aksatılmadan anlatılarak sohbetin ana konusu oluşturuluyor.

O yıllarda ulaşım çok kolay değildi.

Köy, kasaba ve ilçelere şehre yakınlığına göre günde en fazla iki sefer yapılırdı. Sabah gelen akşama kadar işini hallederse döner yoksa han veya dostunun, arkadaşının, akrabasının evinde işi bitene kadar kalırdı.

Özlendiği için o yıllarda yaşanmış bir olayı araya sıkıştırayım.

Konya dan bir makine parçası almak için İstanbul’a giden Mehmet Ali usta, aradığı parçayı bulamayınca akşam bir akrabasının evine misafir olur. Ertesi gün işler yine bitmez ama hava çok yağmurlu olduğu için parçayı alacağı yere kadar zaman zaman yürüdüğünden dolayı ayağındaki eski ayakkabının içine dolan su çoraplarını çok ıslatır. Çoraplar ıslanmış ve kirlenmiştir.

Mehmet Ali usta bu durumda arkadaşının eşine mahcup olmamak için akşam akrabasının evine gitmeyerek geceyi garda geçirir.

Akşam eve gelmeyen misafir, çok beklenmiştir. Ertesi gün vedalaşmaya giden Mehmet Ali usta bu durumu “Bir dost bırakmadı. Çok zorladım ama başaramadım” sözleriyle geçiştirmek zorunda kaldığını benimle paylaşmıştı.

O yıllarda çıkarsız ve samimi bir dostluk vardı.

Şimdi tanışıklık var.

Avludaki her evde üretim vardı. Ama israf yoktu.

Evin ihtiyacı olan bazı giyecekler ile yağ, peynir, pekmez, bal, sebze ve meyveler dahil kışlık yiyecekler bile hazırlanırdı.

Zaruri ihtiyacın dışında çarşıdan–pazardan alış veriş o kadar çok olmazdı.

Şimdi evlerde üretimden çok tüketim var.

Hem de çılgın bir tüketim.

Samimiyetin yerini menfaat aldı.

Yenen yemekler komşuyla değil, sosyal medyayla paylaşılır oldu.

Kimsenin kimseye güveni kalmadı.

Ticaret bozuldu. Borcun mesuliyeti kul hakkı olarak bilinirdi.

Olmayan para harcanıyor, yabancının malına ‘Onlarda var bizde niye yok’ düşüncesiyle kaynak akıyor.

Örfümüz, adetimiz, geleneklerimiz, göreneklerimiz her geçen yıl eriyip gidiyor.

Küçücük evlere sığan onca insan, bugün bol odalı evlere eşyadan giremiyor. Yakın akrabalar bile evde değil, otelde ağırlanmaya çalışılıyor.

Yeni elbisesi ve ayakkabısı bayramdan bayrama alınan çocuklar bunun değerini bilir, başucundan ayırmazdı.

Ama bu yıllar çok geride değil 80’li, 90’lı yıllarda da böyleydi.

Gençler dahil herkeste sorumluluk vardı.

Yokluk yıllarında yaptığımız Çanakkale Harbi, Kut’ül Amare ve İstiklal Harbi o sorumluların zaferiydi.

Yıllar değil, biz değiştik.

Biz bozduk.

Değiştirdiğimiz ve bozduğumuz için de hep özlüyoruz.

Çünkü o günlerin tadını biliyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ahmet TURAN Arşivi