GOLCÜ

Turnuvanın sonuna yaklaşmışlardı. Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu için önlerinde sadece final maçı vardı. Bütün takım ve yöneticiler büyük bir heyecanla maçın oynanacağı Madrid'e önceden gelmişlerdi. Takımı büyük bir gazeteci topluluğu takip ediyordu.

Takımın golcüsü büyük bir stres yaşıyordu. Herkes ümitli gözlerle ona bakıyor, bütün ümidimiz sende diyorlardı. Geceleri uyumak zor oluyordu. Maça 2 gün kala günlük çalışmalar yapılmış odalarına dönmüşlerdi.

Golcü, aşağıya indi, lobiye baktı, kimseye görünmeden dışarıya çıktı. Karanlık çökmüştü. Yolun karşısında köşedeki lokantaya girdi. Lokantacı, golcünün yüzüne dikkatli baktı tanımıştı. Hemen gidip lokantanın kapısını kilitledi. Çünkü rahat etmesini istiyordu.

Golcü, yemek siparişini vermiş düşüncelere dalmıştı. Birden lokantanın kapı camının hızlı vurulduğunu duydu. Dönüp baktığında üzerinde kendi takımının forması olan, 12-13 yaşlarında siyah saçlı, kocaman siyah gözleri olan bir çocuk cama vuruyor elini sallıyordu. Lokantacı çocuğa gitmesini söyleyince golcü kapının açılmasını söylüyordu.

Kapı açıldı küçük çocuk koşarak Golcünün yanına geldi. Erol, isimli çocuk elindeki kâğıt parçasını uzattı. Bunu benim için imzalar mısınız?

İki gün sonra doğum günüm, maç günü benim için bir gol atabilir misiniz?dedi. Golcü gülümsedi. Çocuğun bu masum isteği hoşuna gitti. Kâğıdı imzaladı. Çocuğa para verdi. Kâğıda İnşallah doğum gününü golle süslerim diye yazdı.

Final maçı başlamıştı. Maç golsüz berabere gidiyordu. Karşılaşmanın son dakikalarında herkes, maçın uzatmaya gideceğini düşünüyordu.

Golcü, o ana kadar iyi oynamadığını düşünüyor, üstelik aldığı darbeden dolayı sekerek oynuyordu. Sekerek sahanın kenarına geldiğinde, sağlık görevlileri ayağına sprey sıkıyorlardı. Tribünlere baktı, bir anda Erol'u gördü. Erol, seyircilerin arasında ayağa kalkmış golcüye birşeyler söylemeye çalışıyordu. Eliyle, ceza sahasına doğru gitmesini işaret ediyor, haydi haydi diye bağırıyordu.

Golcü, bir anda ayağa fırladı. Orta hakemden izin alarak, rakip ceza sahasına koşmaya başladı. Ceza sahası içine girdiğinde topu önünde buldu ve vurdu. Top filelere gitmiş, tribünler ayaklanmıştı.

Bütün takım golcünün yanına gelmişti. Golcü, kendi sahasına doğru giderken Erol'u gördüğü tribüne yöneldi. Kenara geldi, dikkatlice baktı, Erol yoktu. Maç bitmişti, tüm takım zafer şarkıları söyleyerek otelin yolunu tutmuştu.

Golcü, çok mutluydu ama düşüncelere dalmıştı. Erol, gözünün önünden gitmiyordu. Şunu soruyordu kendi kendine. Erol, acaba bir melek miydi?(Dualarınıza dikkat edin gerçekleşebilir. EMERSON)...

İnsanın kendine ve hayatına dair öğreneceği çok şey var. Bunu bazen kâinatı ve insanları seyrederek, dinleyerek, bazen de elinin altındaki küçük bir çocuktan öğreniyor. O yüzden kimin kimi cesaretlendirdiği, yönlendirdiğini yaşıyorsun.

Çocuklar, bizi model alarak büyüyorlar. Bizler ise onları taklit ederek, içimizdeki çocuğun keyifli neşesini yakalayabiliyoruz. Meşgul olmak, yetişkinler için psikolojik bir tedavi yöntemidir. Üreten, sevilen, seven insan mutlu insandır. Güzel bakıştan etkilenen üretebilmeyi başarır.

Oynarken öğreniriz hayatı. Kendimizi ve yeteneklerimizi tanırız. Kim olduğumuzu oynarken anlarız. Davranışların dilini çok iyi anlamalıyız. Farklılıkları farketmek, ipuçlarını yakalamak, duygusal dengeyi korumak çaba ister.

Deneme, yanılmalar yapar, bozar tekrar yeni kuramlarla yeni davranış modelleri geliştiririz. Savaşmak kadar, sevmek için de gayret etmeliyiz. Sevgi şifadır. Can suyudur. İnsanı çok rahatlatır...

SAYGILARIMLA...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mebruke BİCAN Arşivi

SEVGİ

28 Şubat 2024 Çarşamba 22:17