Sa'îd-İli Nâhiyesi ve Sarây-ini ile İlgili Bazı Kayıtlar (5)

Sa'îd-İli Nâhiyesi ve Sarây-ini ile İlgili Bazı Kayıtlar (5)
Geçmişten günümüze "Sarayönü"Konya Şer’iye Sicillerinde Bulunan Sa’îd-İli Nâhiyesi İle İlgili Bazı Kayıtlar (1690-1740) (5)

Mîrâs İle İlgili Kayıtlar

Konya şer’iye sicillerinde mîrâs ile ilgili 8 adet belge tespit edilmiş olup, bunların 6’sı Lâdik, 2’si de Sarây-ini köylerine âittir.

Mîrâs ile ilgili belgelerin bir kısmında, mîrâsçıların anne veya babalarından kendilerine intikâl eden malları, herhangi bir ihtilafa düşmeden paylaştıkları görülmektedir ki, bu tür belgeler daha çok mîrâs paylaşımının tescîl edildiği belgelerdir.

Ancak bazı belgelerde mîrâsçılar arasında kendilerine kalan malların paylaşımında anlaşmazlıkların çıktığı ve durumun mahkemeye kadar intikâl ettirildiği görülmektedir.

Bu durumda, da’vâyı açan mîrâsçıların, da’vâyı kazanabilmek için iddialarını şâhitlerle ispatlamaları gerekmekte idi. İleri sürdükleri iddialarını ispatlayamayanlar ise açmış oldukları da’vâyı kaybediyorlardı.

Meselâ, 23 Aralık 1723 tarihinde, Konya’nın Kalenderhâne Mahallesi’nden olup Sa’îd-ili Kazâsı’na tâbi’ Sarây-ini köyü sâkinlerinden iken ölen Havvâ bint-i el-Hâc Mehmed nâm hatunun mîrâsı kocası İsa bin Ali ile kız kardeşleri Ümmü ve Meryem bint-i el-Hâc Mehmed’e kaldıktan sonra, Ümmü ve Meryem eniştelerine karşı açmış oldukları da’vâda:

Bundan akdem vefât iden babamız el-Hâc Mehmed terekesinden olup mahalle-i mezbûre Kalenderhâne’de vâki’ lede’l-ahâli ve’l-cîrân ma’lûmetü’l-hudûd bir kıt’a bağ ve bir kıt’a menzil ilâ hâze’l-ân kız karındaşımız müteveffiye-i mezbûre Havvâ ile beynlerimizde müşâ’iyet üzere müşterek olmağla mârü’z-zikri menzil ve bağdan hisse-i şer’iyemiz evvelâ ma’rifet-i şer’le ifrâz ve sâniyen kız karındaşımız müteveffiye-i merkûme Havvâ terekesinden dahî hisse-i şer’iyemizi taleb eylediğimizde edâdan imtinâ’ ider su’âl olunup alıvirilmesi matlûbumuzdur‛ didiklerinde; enişteleri İsa, Ümmü ve Meryem’in dokuz sene önce, babaları terekesinden olan bir kıt’a menzil ve bir kıt’a bağı aralarında taksim edip mîrâs ile alakalı bir da’vâları kalmadığını söylemiştir.

Bunun üzerine Ümmü ve Meryem söylenenleri inkâr etmişlerdir. İsa’dan söylenenleri ispatlaması istenmiş, o da, mîrâsın 9 sene önce taksîm edildiğini şâhitlerle ispatlamıştır. Neticede Ümmü ve Meryem enişteleri İsa’ya karşı açmış oldukları babalarının mîrâsı da’vâsından men edilmişlerdir.

Ancak aradan dört gün geçtikten sonra, bu defa, Ümmü ve Meryem’in kız kardeşlerinin mîrâsı konusunda eniştelerini mahkemeye verdikleri görülmektedir ki; kız kardeşlerinin mîrâsı olan menzil, bağ, nukûd ve arûsda olan hisseleri için açmış oldukları da’vâ karşılığı, İsa’dan 50 guruş alarak anlaşma yoluna gitmişlerdir. Kocası öldükten sonra, kocasının mîrâsından mehr-i mü’eccelini ve şer’î hissesini alarak diğer mîrâsçıların zimmetini temize çıkaran kadınlar da vardı.

Meselâ Lâdik köyünden Küçük Mahalle sâkinlerinden iken ölen Ali bin Mustafa Beg’in karısı Fâtıma bint-i Hüseyin bunlardan biri idi. Fatıma, kocası öldükten sonra, mîrâstan şer’î hissesi ile birlikte mehr-i mü’ecceli için 10 guruş alıp diğer alacaklarından vazgeçmiştir. Mîrâstaki hisseleri karşılığı bir miktar mal alarak anlaşma sağlayıp diğerlerinin zimmetini temize çıkardıktan sonra, tekrar da’vâ açarak hisse taleb eden kimselere de rastlanılmakta idi.

Meselâ Sa’îd-ili Nâhiyesi’ne tâbi’ Lâdik köyünden iken ölen Râbia bint-i el-Hâc Osman nâm hatunun mîrâsı kocası Abdulkâdir bin Mehmed, vâlidesi Ayşe, erkek kardeşleri Mustafa, İbrahim, Hüseyin ve Mehmed ile kız kardeşi Fâtıma’ya kaldıktan sonra; Râbia’nın annesi ve kardeşleri, Râbia’nın kocası Abdulkâdir’i da’vâ ederek, Râbia’nın mîrâsından hisselerini istediklerinde vermek istemediğini ve alıverilmesini taleb ederler.

Durum Abdulkâdir’e sorulduğunda, o da, cevâbında, da’vâcıların bir buçuk sene önce Râbia’nın mîrâsından 1 taraklı kumaş kaftan, 1 zıbun, 1 sade kaftan, 1 ipekli tor ve 1 kara tosun alıp mîrâs ile ilgili herhangi bir alacakları kalmadığına dair anlaştıklarını ve zimmetini ibrâ ittiklerine dair de eline nâhiye-i mezbûre nâibi Abdullatîf Efendi’nin imzâ ve hatmını içeren hüccet verdiklerini ifâde ederek bir hüccet ortaya koyar.

Bunun üzerine mîrâsçılardan Mustafa, mîrâs ile ilgili da’vâdan vazgeçtiklerine dair ortaya konan hücceti inkar eder. Abdulkâdir’den hücceti ve içeriğinin doğruluğunu ispatlaması istenir. Abdulkadir’in mahkemeye getirdiği şâhitlerin hüccetin içeriğini ve da’vâcıların mîrâstan yukarıda belirtilen malları alarak mîrâs ile ilgili alacaklarından vaz geçtiklerini söylemeleri üzerine, da’vâcılar Mustafa, İbrahim, Hüseyin, Mehmed, Ayşe ve Fâtıma da’vâlarından men edilirler.

Mîrâsı bölüşüp anlaştıktan sonra, bazı eşyaların gizlenerek taksime dâhil edilmediği ve bu mallardan hisselerinin alıverilmesini isteyen mîrâscılara da rastlanılmakta idi. Sa’îd-ili Kazâsı’na tâbi’ Lâdik köyünden iken ölen Hasan Beşe ibn Abdullah’ın mîrâsı karısı Ayşe bint-i İbrahim ile küçük oğulları İsmail ve es- Seyyid Ebûbekir’e kaldığı sâbit olduktan sonra, çocukların mahkeme tarafından ta’yîn edilen vasîleri ve Ebûbekir’in annesi Şerîfe Fâtıma bint-i es-Seyyid Hasan nâm hatun, mahkemede Ayşe’yi, ‚Hasan Beşe terekesinden defter-i kassâmdan hâric mezbûre Ayşe iki Kelâmullah ve bir En’âm-ı Şerîf ve altı palas ve bir çift haşe ve bir heğbe ve iki çift çuval ve iki minder ve dört sahan ve beş yasdığı ketm ve ihtifâ etmekle hâlâ ketm ve ihtifâ eylediği mârü’z-zikr eşyâdan sagîrân-ı mezbûrân İsmail ve es-Seyyid Ebûbekir’in hisse-i şer’iyelerini taleb iderim su’âl olunup alıvirilmesi matlûbumdur‛ diyerek, da’vâ etmiştir.

Ayşe ise iddiaları inkâr eder. Fâtıma’dan iddiasını ispatlayacak şâhit istendiğinde, şâhit gösterememiştir. Bu defa Ayşe’ye zikredilen eşyaları saklamadığına yemîn teklîf olunduğunda, o da, yemin etmiş ve sonuçta Şerîfe Fâtıma açmış olduğu da’vâdan men olunmuştur.

Kardeşler arasındaki bazı mîrâs da’vâlarında ise mîrâsa dâhil edilmeyen malların olduğu ve bunlardan hisselerinin alıverilmesini isteyen kimseler de vardı. Ancak bu kimselerin mîrâs diye iddia ettikleri maların gerçekten mîrâs olduğunu ispatlamaları gerekiyordu.

Örnek bir da’vâda da’vâlı, mîrâsa dâhil edilmeyen malların kendisine hibe edildiğini ispatlayarak diğer misrasçıları redetmiştir. Sa’îd-ili Nâhiyesi’ne tâbi’ Lâdik köyünden iken ölen Hüseyin bin Halil’in mîrâsı karısı Gülhisâr bint-i Mahmud, oğulları Ali ve Halil ile kızı Meryem’e kaldığı sâbit oldukdan sonra, Ali, kardeşi Halil’i da’vâ edip, babalarının mîrâsından Lâdik’de olan 2 tahta bağ, 1 çift camus ve 1 kanglının aralarından taksim olunmayıp bunlardaki hissesinin alıverilmesini ister.

Ancak Halil, babasının ölümünden 15 sene önce, sünnet ettirdiği esnada bu malları kendisine hibe ettiğini ispatlayarak da’vâyı kazanmıştır. Bazı hallerde ise, mîrâsçılar arasındaki anlaşmazlığın araya giren kimseler tarafından çözüme kavuşturulduğu görülmektedir. Meselâ Sa’îd-ili Nâhiyesi Lâdik köyünden iken ölen el-Hâc Osman’ın mîrâsı karısı Ayşe; oğulları Mustafa, İbrahim, Hüseyin ve Mehmed ile kızları Fâtıma ve Râbia’ya kaldığı şer’an sâbit olduktan sonra, daha mîrâs taksim edilmeden, Râbia’nın da ölmesi üzerine, Râbia’nın kocası Abdulkâdir bin Mehmed, Konya Mahkemesi’nde diğer mîrâsçılar huzurunda; el-Hâc Osman’ın 1 çift camus, 1 çift siyah tosun, 2 kanglı, 2 menzil, 3 yüz aded koyun ve keçi, 2 bağ, 2 inek, 100 kile arpa, 2 merkebden ibaret olan mîrâsından karısının hissesinin kendisine verilmesini istediğinde aralarında anlaşmazlığın çıktığını; ancak araya giren kimselerin anlaştırması üzerine, karısının mîrâstan hissesi karşılığı 10 guruş alarak diğer mîrâsçıların zimmetini ibra ettiğini ifâde etmiştir.

Ölen bir kimseye mîrâsçı olabilmek için onun birinci, ikinci veya üçüncü dereceden yakını olmak ve yakını olduğunu da mahkeme huzurunda şâhitlerle ispatlamak gerekiyordu. İşte Sa’îd ili Nâhiyesi’nden Konya Mahkemesi’ne intikâl etmiş mîrâs da’vâlarında, bu şekilde kendilerinin mîrâsçı olduğunu ispatlamak zorunda kalanlar da bulunmakta idi.

Lâdik köyünden Hasan ve İsmail ibnâ Musa bin İsmail bin Ali Beg adlı kardeşler bunlardandı. Hasan ve İsmail, aynı köyden iken ölen Asiye bint-i Hasan ibn ‘Alî Beg nâm hatunun mîrâsçıları, kızının kızı sagîre Emine ve kızının oğlu sagîr Feyzullah veled-i İsmail’in mansûb vasîleri olan Halil bin Hasan nâm kimesneyi: ‚müteveffiye-i mezbûre Asiye’nin bizler ‘ammisi oğulları ve ‘usûbet-i nesebiyye cihetinden vârisleri olup bizim babamız ismi Mûsâ ve dedemiz ismi İsma’îl ve cedd-i a’lâmız ismi ‘Alî Beg olup ve müteveffiye-i mezbûre Asiye’nin babası ismi Hasan ve dedesi ismi ‘Alî Beg olup bizim dedemiz ezbûr İsmail ile müteveffiye-i mezbûre Asiye’nin babası Hasan li-ebeveyn karındaşlar olup babaları ismi ‘Alî Beg ve dedeleri ismi Baltacı Mehmed Ağa ve vâlideleri ismi Zeyneb ve maskat-ı re’sleri kazâ-i mezbûra tâbi’ Sarâc nâm karyeden olup müteveffiye-i mezbûrenin ancak verâseti bizlere münhasıra iken mezbûre Asiye’ye zî-rahm cihetinden vârisleri olan sagîrân-ı mezbûrânın vasîleri merkûm Halil ‘usûbet cihetinden vâris olmamak za’mıyla müteveffiye-i mezbûrenin terekesine nâ-hak vaz’-ı yed eylemişdir su’âl olunup kasr-ı yedine ve bize teslîmine tenbîh olunmak matlûbumuzdur‛ diye da’vâ etmişlerdir. Halil ise cevabında ‚Hasan ve İsmâ’îl ber-vech-i muharrer ‘usûbet-i nesebiyye cihetinden vârisler oldukları ma’lûmum değildir‛ diyerek da’vâcıları reddetmiştir.

Da’vâcı Hasan ve İsmail’den iddialarını ispatlayacak şâhit istenmiş, şâhitlerin de iddiaları onaylamaları üzerine, almış olduğu mîrâsı da’vâcılara teslim etmek üzere çocukların vasîsi Halil’e tenbih olunmuştur.

(SELÇUK ÜNİVERSİTESİ TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ YAYINLARI: 8

TARİH, KÜLTÜR, SANAT, TURİZM VE TARIM AÇISINDAN ULUSLARARASI SARAYÖNÜ SEMPOZYUMU (24-26 EKİM 2014 KONYA) BİLDİRİ KİTABI

İzzet SAK (Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Öğretim Üyesi.))

Kaynak:HABER MERKEZİ

Etiketler :